Değerli okurlar; yeni ve güncel bir konuyla yine sizlere merhaba diyorum.

Öncelikle 06 Şubat 2023 tarihinde ilimiz merkezli gerçekleşen iki büyük depremin şokunu halen tam manasıyla atlatabilmiş değiliz. Vatandaşlar olarak kaybettiklerimizin yasını hala tutuyor ve yaralarımızı da sarmaya devam ediyoruz. Ülkemizin jeolojik konumu, maalesef ki bizleri depremle birlikte yaşamaya ve onun yıkıcı etkilerini en aza indirgemeye zorluyor.

Deprem sonrası zarara uğrayan kişiler olarak, hukuken neler yapabilirizin cevabını vermemiz gerekiyor. DASK konulu daha önceki yazımın bu noktada çokça ilgi gördüğünü biliyorum. Şimdi ise yine depremle bağlantılı bir konuya, yani idarenin hizmet kusuruna değineceğim.

Bugüne kadar yaşanan depremler ya da benzeri doğal afetler; başta belediyeler olmak üzere, idarenin yüklendiği görev ve sorumlulukları yerine getirmediklerini veya eksik yerine getirdiklerini ortaya koymuştur -ki bu depremde de öncesi ve sonrasıyla bunu görmüş olduk. Bunun hukuktaki terminolojik karşılığı, “hizmet kusuru”dur. O nedenle, idarenin deprem sonucu doğan tüm maddi ve manevi zararlardan dolayı, zarara uğrayanlara karşı “hizmet kusuru” ilkesi gereğince hukuken ve doğrudan sorumluğu bulunmaktadır.

Devletin terör mağdurlarında olduğu gibi (Zarar Tespit Komisyonu), deprem mağdurları için de bir komisyon kurarak onları uzun yargılama süreçlerine maruz bırakmadan somut zararlarını karşılaması ve tazmin ettiği zararlar için kişisel kusurları olan kamu görevlilerine rücu hakkını kullanması mümkündür. Ancak görünen o ki depremin üzerinden yaklaşık 10 ay geçmesine rağmen, devlet böyle bir adım atmaya niyetli değildir. Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası 153 yeni mahkeme kurulmasına ve bunların arasında idare mahkemeleri de bulunmasına rağmen, açılacak binlerce dava düşünüldüğünde, mahkemelerin bu ağır yükün altından kalkması fiilen çok zordur. O nedenle komisyon kurulması, hem devleti hem de vatandaşları çok rahatlatacaktır.

Komisyon önerimizi saklı tutarak devam edecek olursak, 

Deprem hukuki sorumluluğu ortadan kaldıran “mücbir sebep” olarak kamuoyunda yansıtılsa da depremler öncesinde öngörülmesi gereken tedbirlerin alınmaması veya depremler sonrası idare tarafından yürütülmesi gereken kamu hizmetlerinin yürütülmemesi veya yetersiz olması durumunda idareler aleyhine maddi ve manevi tazminat davası açmak mümkün olabilmektedir.

Deprem öncesi önlemler açısından, Yüksek Yargının konuya yaklaşımına mercek tutacak olursak; idare mahkemelerinin temyiz mercii konumundaki Danıştay’ın bir kararında;

“Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağı tabiidir.” denilmektedir (Danıştay Kararı - İDDK., E. 2008/11 K. 2009/3108 T. 17.12.2009).

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (“İYUK)’nun 13. Maddesinde aynen; “İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir (1) yıl ve herhâlde eylem tarihinden itibaren beş (5) yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi hâlinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında otuz gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir” hükmü yer almaktadır. Depremde idari eylem daha çok, “olumsuz eylem”, yani zemin etütlerinin ve jeolojik değerlendirmelerin yapılmaması ya da eksik yapılması, İl Afet Risk Azaltma Planı (İRAP)’ın hazırlanmaması/geç hazırlanması ya da muhataplara depreme dayanıklılığının kontrolü için tebliğ edilmemesi gibi idarenin hareketsizliği olarak tezahür etmektedir.  

Tam yargı davaları denilen, idarenin hizmet kusurunda kaynaklı bu davalar depremin olduğu yerin bağlı bulunduğu idare mahkemesinde, örneğin Kahramanmaraş idare mahkemelerinde açılması gerekmektedir (İYUK m.36/b).

İdare deprem sonucu doğan tüm maddi ve manevi zararlardan dolayı, zarara uğrayanlara karşı “hizmet kusuru” ilkesi gereğince müştereken sorumludur. Tam yargı davalarında, idarenin hizmet kusurunun tespiti yanında, kusur oranının da tespiti de gerekmektedir. İdari yargılamada re’sen tahkik ilkesi geçerli olduğundan, mahkeme hakimi burada daha aktif konumdadır ve bu husus da ispatı kolaylaştırmaktadır. 

Yakın tarihli (2011) Van depremi de gözetildiğinde; Danıştay’ın Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Yerel Yönetimler), Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (İlgili Bakanlık), Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) arasında kusuru paylaştırdığı; ancak yüzdesi en yüksek kusuru yerel yönetimlere verdiği görülmektedir. Bu davaların -deprem kaynaklı davalar olduğu için- 4539 sayılı kanun gereği adli yardımlı açılması mümkün olup, maddi sıkıntı çekmeye devam eden depremzedelerin dava açmasının önündeki önemli bir engel de kaldırılmıştır. Tam yargı davaları, hukuken uzmanlık gerektirdiği ve idari makamlara başvurudan tutun da davada ispat, tazminat miktarının belirlenmesi gibi çokça teknik hususlar barındırdığı için, konusunda uzman avukatlar eliyle yürütülmesi önem arz etmektedir. O nedenle deprem mağduru hemşerilerimizin ayrıca mağduriyet yaşamamasını canı gönülden temenni ederiz. 

Bu haftaki yazımı adalete atfen şu sözle bitiriyorum:

“Dünyada yoksunluğunu çektiğimiz şey, hayırseverlik değil, adalettir!”